25 Kasım 2007 Pazar

tahtırevalli

bir sabah ile bir akşamın dengesi birbirini tutmuyor..
insanın nasıl tutsun dolunayda?

kendimi fark ettiğim ilk andan itibaren dışarıdan bir göz var beni izleyen.. bana bakan, beni gören ve bunu bana fark ettiren...
gözümü kaçırsam da kendimi gördüğüm... hiç kaçamadığım...

şimdi bile bu fildişinden kulede sanki herkes beni izliyormuş gibiyim...

beni seven, onun beni kanatları almasına ihtiyacım olduğunu düşünen - buna ihtiyaç duyduğumu düşünen - bir adam var karşımda...
yanında yürümek derken, düştüğünde arkanda olacağım derken benim düşe kalka yürüdüğümü düşünüyormuş.
eğer olursa değil...
ben hep düşen olduğum hatta büyük düşüşten hiç kalkamadığımı düşündüğü için...

benim yardıma ihtiyacım.. kurtarılmaya muhtaclığım...

benim kartondan duvarlarım var, hayatımın sahnesini değiştiren... der..
benim duvarlarım camdan demek istiyorum...


Duydum ki yine umudunu kesmişsin insanlardan,
dostluklardan... Duydum ki yine acımaya başlamışsın
kendine...
Yolunu kimselerin bilmediği, bilmek de istemediği
sevginin o hayal ülkesinde birilerini beklerken çok
üşümüşsün...
İnsan ancak kendisine sevgili olabilir, diyormuşsun.
Şimdi artık yollarda ve binbir hayalin peşinde
sürüklediğin ve yıprattığın sevgine minnet borcunu
ödeyecekmişsin...
Acıyan sevgini şımartacak, onu örtülere saracakmışsın.
Onu kendini güçlü ve korunaklı olduğunu hissetmediğin
hiçbir yerde ortaya çıkarmayacakmışsın...
Sevgini yırtıcı bir kuş gibi yetiştiriyormuşsun.
En iyi savunmanın saldırı olduğunu ve yokolmamak için
yoketmek gerektiğini öğretiyormuşsun ona...
Ona onu, sabırlar, merhametler ve inceliklerle değil,
hazlar, hayranlıklar ve kıskanç ilgilerle
besleneceğini vadediyormuşsun.
Her gece uyumadan önce arkasında Che Guevera’nın resmi
olan aynanla konuşuyormuşsun: Bir sen varsın önemli
olan, bir sen varsın gerçek olan... Hem onca acıya
rağmen hala güzelim...
Ve artık kendime yasaklıyorum başkalarına acımayı ve
hayatın acısını...
Aynadaki nefesinin buğusunu görüyorum buradan.
Gözlerinle gözgöze gelemediğim için tutup aynadaki
buğuyu öpüyorsun.
Yaralı kendini öpüyorsun...
Çekmeceden cüzdanının çıkarıp içindeki kredi
kartlarını seyrediyorsun zoraki bir hayranlıkla.
İçinde sevgini sakladığğın kaleyi daha da
güçlendirmeyi geçiriyorsun aklından.
Kredi kartlarını yalıyorsun dilinle ve onların zehirli
tadını içine akıtıyorsun.
Bankamatikten her para çektiğinde kulağına gelen ölüm
çığlıklarına alıştırmak istiyorsun kendini böylece.
Hem senden güçsüzlerin ölümü, hem bu ölümleri gizleyen
ve bütün katliamları anında temize çeken teknolojinin
zehirli tadı sarıyor şimdi sevginin yaralarını.
Bankamatikten her para çektiğinde kulağına gelen
çocukların ve kimsesizlerin ölüm çığlıklarına
dayanamadığını hissettiğin anlar, senin için hayatta
sadece annenin babanın ve kardeşlerinin önemli
olduğunu söylüyorsun kendine ve akşam iş dönüşü onlara
hediyeler alarak evine dönüyorsun...
Ve eskiden, sevgini bir kalenin ardına saklamadan önce
sadece kendi çocuklarını sevenleri kınadığını unutmak
içinse bu defa başkaları değil kendin kanatıyorsun
sevgini.
Sonra küçük, tüylü bir köpek almak istiyorsun kendine.
Köpegi severken, kucaklarken sana acımasızlık eden
dostlarının, seni sevginin o hayal ülkesinde yıllarca
bekletip düşlerini ve ömrünü çalan sevgililerin
yüzleri geçsin istiyorsun karşından.
Onların yüzleri geçtikçe sahibin olduğun için senden
başka kimseyi sevmeyecek ve bağlanmayacak olan
köpeğine daha da sıkıca sarılmak istiyorsun, öpüp
koklamak.
Kendini öper gibi, yaralı ve belki de artık hiç
iyileşmeyecek olan kendini.
Hiç iyileşmeyeceğini artık kendinden bile
saklayamadığın böyle anlarda para kazanmak istiyorsun,
iş kurup daha çok para kazanmak.
Böyle anlarda bir kalenin ardında gizlediğin herşeye
yanlışlarla dolu olsa da senden izler taşıyan tarihine
bile düşman oluyorsun.
Seni bu hale getirenlerle bir olup bu belki de artık
hiç iyileşmeyecek yaralı kendini yoketmek
istiyorsun... Sonra yorgun düşüyorsun... Artık
dinlenmek istiyorsun. Yarına daha dinlenmiş ve
korkularından kurtulmuş olarak uyanmak istiyorsun...
Ve uykuya dalmadan önce vitrinlere bıraktığın
dalğınlığın geliyor aklına...Kendine bir kez daha
acıyorsun ve bu yüzden pahalı bulup da almadığın
giysileri almaya karar veriyorsun.
Bu pahalı giysiler sayesinde ilgilerin kölesi değil,
ilgilerin merkezi olmayı istiyorsun.
Bu giysiler sayesinde sızlayan sevgilerini örtmek,
örtmek, örtmek istiyorsun. Görünmez olmak istiyorsun.

Oysa senin gemin camdan sevgili...
İşte güçlü balığın güçsüz balığı yokettiği kanlı
denizin her tarafından seni görebiliyorum...
Sadece ben değil dost düşman herkes uykuya daldığını
görebiliyoruz buradan.
Çünkü senin gemin camdan sevgili.
Sıkıntından yediğin tırnaklarının kenarlarını...
Korkulu bir rüya gördüğünde birden silkinişini...
Yaralı sevgini korumak için aldığın onca kötücül
karara rağman nasılsa hep masum kalan sayıklamalarını
görüp duyuyorum buradan...
Kaleni ve kalenin ardında sakladığın yaralı sevgini.
Boşuna saklama sevgini. Senin gibiler hiç örtünemez
sevgili...
Seni bu kanlı deniz ve düşmanların da dostların da
hemen tanır.
Ya benzerini bulup gidersin buralardan.
Ya da seni yokederler sevgili...
Herkes gibi ve herşeyi bilerek yaşamaszın sen
Senin gibiler örtünemez...
Bu kanlı denizde senin gemin camdan sevgili.

31 Ekim 2007 Çarşamba

Bu ada tek kişilik bir ada

Ne kadar istersen iste ders almadan yürümüyor hayat.

Yürümek zorunda hissetmeyebilirsin bir yere.
Sonunda varacağın yer hiçlik olsa bile
Birlik olsa bile

Yine de bir işe yaramış olmak,
Bir şey yapmış olmak isteğin hep aynı şey yüzünden
Bir şey olmak için

Bir de yapmadan duramadığın şeyler var
Sanki ecelinle değil de,
Yapmazsan öleceğin türden

Ne kadar yatsan da yatağa uyumak ve unutmak için
Yaptığın yanlışları
Akışa sağlayamadığın uyumu
Ney üfler hayatı
Sen ise nefesi

Nefsini tutamadığın için yargıladığın her an

Uzan yatağa
Değişir mi bilemeden
Ama umuduyla belki diye
Uzan yatağa
Kapa gözlerini
Sav aklındaki her uçucu noktayı
Belki derinliklerine kaybolur bilincinin

Gün gelir bir cümle içinde bir tamlama ile

Zaman öncesinin bir cümlesi hortlar yerinden
Kalakalırsın yeni ayın ışığında
Çırılçıplak yapayalnız
Bilirsin bu da geçecek
Elbet izini bırakarak

Evren evren duy sesimi

Her gün bir dikey hareket
Ve meydan okursun ölüme
Her sabah uyanarak

Bir de diğer tarafı var ayın yüzünün
Görebildiği kadar aklının
Ve yüreğinin

Kendini suçlamak nereye kadar
Üredikçe geleceksin kendine
Varmak istediğin yere koştukça gelecek nefes
Nefsine öğrettikçe huzuru hissedeceksin
Aradığın için değil bulduğun için olacaksın mutlu

Uykusuz bir gece ama suç yok
Denge var
Hak yok
Dengin var
Tırmalasa da kulağını canı yanmışlığın öfkeli sesi
İndirme yüreğini
Camdan duvarına çarpan yumruk seslerini
Duysan da kalbinin atışı gibi

Gir içine bedeninin tekrardan
Ve kes kendine dışarıdan bakmayı

Sendin unutma maskeli baloyu reddeden
Olmayacağım onlardan diyen

Şimdi evde bırak tüm maskelerini
Ve yeşile var

Silkin
Silkin ve kendine gel
Bu ada tek kişilik bir ada
Ve bazı bazı sana bile fazla

Göle eğ yüzünü,
Gör aksini, seni en iyi bileni
Sev, okşa onu

Bundan sonra egonu da çomağını da sok cebine
Aksın deliğinden
Süzül süzül

Hiçliğe er
Su ol
Huzur ol
Hiç ol
Olduğundan mutlu ol

20 Haziran 2007 Çarşamba

In conceptual art... all planning and decisions are made beforehand and the execution is a perfunctory affair. The idea becomes the machine that makes the art...
Sol LeWitt

16 Haziran 2007 Cumartesi

şans...

Hayatımızın belli bir evresini kaçırmış olmamız, bize, geri dönüp kaçırdığımız bu şeyleri bulma, sahip olduklarımızı ve yolumuza çıkan her şeyi yok etme izni vermez...

Yeni başlangıçlara çin çin!

15 Haziran 2007 Cuma

c'est la vie

This is how it works
You're young until you're not
You love until you don't
You try until you can't
You laugh until you cry
You cry until you laugh
And everyone must breathe
Until their dying breath

No, this is how it works
You peer inside yourself
You take the things you like
And try to love the things you took
And then you take that love you made
And stick it into some
Someone else's heart
Pumping someone else's blood
And walking arm in arm
You hope it don't get harmed
But even if it does
You'll just do it all again

korku...

kaybetmektense... kaybederim...

Aşığın paranoyası, şu iki büyülü içerik arasında gidip gelir; bir yanda fısıldayarak söylenen artık beni sevmiyorsun korkusu, öte yanda ise bize atalarımızdan miras kalmış olan o ünlü psikolojik açıklama bulunmaktadır: seni gülünç endişelerimle rahatsız etmeye hakkım yok. çünkü korkularım, aklı başında ve olgun davranmak için elimden geleni yapmama karşın, beni yavaş yavaş deliliğin kıyısına sürüklüyor...
........
...Aşk'ta güçlü olabilmek için "birşey yapabilme yetisi"ne değil, "hiçbir şey yapamama yetisi"ne sahip olmak gerekir desek daha doğru bir laf etmiş oluruz.
.....
alain de botton / romantik hareket


gitmesinden korktuğun için gitmek...


Kimdi giden kimdi kalan
Aslında giden değil
Kalandır terkeden
Giden de bu yüzden gitmiştir zaten

murathan mungan

13 Haziran 2007 Çarşamba

doğulan günler...

27 yaşıma girdiğim gün, evimde yalnız başıma oturup viski ve duman eşliğinde son 10 senedir bitirdiğim tüm defterleri okudum...
nerden gelip nereye gidiyorum diye mutu ve acıyı okudum... ikilemlerin kişisi olarak değişimin de bir sinüs eğrisi olduğunu fark etmek zor olmadı tüm yazılarda...
kendini keşfettiğin, kişisel sınırlarını yok ettiğini sandığın her adımda aslında onları belirlediğini gördüm ilk yıllarda...
sonra belirlenmiş olanlarla derme çatma bir hayat kurmaya çalıştığını...

28 yaşıma girdiğim gün, tüm bu yolculuğa rağmen hala ağlayabildiğimi gördüm, hem de iki gözümden de yaş gelerek...
Ama toparlanmak ve hayata kalınan yerden devam etmek geçen yıllara göre daha kolaydı...

Kavramsal tüm karamsarlıklara rağmen bu kadar gülebilen bir insan olmanın kişiye sağladığı güç her tecrübenin üstünde...

Sabır denilen şeyin ne olduğunu geride kalan yıllar ve toz yuvası defterler çok iyi anlatıyor insana...

Yarın?

Tabi ki güleç olacak...

Her gün iki gökkuşağı birden görmüyor insan...
Hakkını vermek gerek güzel günün...

aşk için..

ever tried.
ever failed.
try again.
fail again.

fail better.


doğrusu, iyisi, acısızı, sorunsuzu, pürüzsüzü yok bunun...

sadece fail better var..


do you really think i'm made of stone baby? come on
do we only love the thing we own baby? you're wrong
certain things just happen when you make no plans
love can really tear you up and it can break you down



cheers muga..


insan kaç yaşında bırakır bu tür şeyleri? kendimden sıkıldım bi an...

10 Haziran 2007 Pazar

deja dit et deja vue

sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki bir bütün olarak icimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda kendisini durduran, başlangıç noktasına geri dönmeye zorlayan bir yüzey bulur; işte karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey, kendi sevgimizin çarpıp geri dönüşüdür, bizi gidişten daha fazla etkilemesinin büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını farketmeyişimizdir.

marcel proust...


söylenen söylenmeyen..
olan olmayan...

olacak olanların bilinmezliği...
ama yine de görülen rüyalar...

kendimi daha da seviyorum...

afferim bana...

10 haziran



bugün..
yağmur hem içime hem üstüme yağdı..
çok ağladı gök...
ama işte hayat böyle bir şey...
tam iki gökkuşağı belirdi güneşle...

bugün çok ağladı içim...
ama gökkuşağı eteğim vardı parıltılı ayakkabılarımla..
güne yaraşır karşıladım ben de...

bir zaman önce bir tahtırevalliye binmiştim... tahtırevan sanmışım..
gördüm ki hep ben zıplıyorum... sonra da popo üstü oturuyorum...

artık 27 yaşında bir popom var.
ve onu çok seviyorum.

sürpriz pastanın mumu bir güldü.. bu sene mum üflemek yerine mum yaktım her bir kilisede...

sevgi paylaştığım eril-dişil herkese çok teşekkür ederim var olduğunuz için..
aynı değerleri paylaşabildiğimiz için...
saygıyı aynı anladığımız için...

yeni yaşımda
büyüyememiş çocuklarla uğraşmamak dileğiyle...

enough with the scarecrows with no brain, tinman with no heart, but most of all a cowardly lion...

e basta!


8 Haziran 2007 Cuma

27.

mide sancısı...
karın ağrısı...
yaş ağrısı..
yaşlılık sancısı...

geriye dönüp baktığında yığılan yıllar hadisesi...

ve şimdi, tam da bu sefer...

gerçekten kendi başına karşılayacak yeni yaşın ilk güneşini...

yapayalnız.
which is quite nice actually..

yet..

27 is such a year one would choose to share it with someone...

yet again...

i am a dorothy,

and my story with the lion, the scarecrow and the tinman has just started...

so the journey begins into new becomings..

with my ruby slippers, with a 21.cc pinch of high heels...

yazılmamışın yaşanılmamışın sancısı... sevgili derrida..

6 Haziran 2007 Çarşamba

luxembourg... or cindrellabourg?

bir önceki gece en yakın arkadaşlarından birini evlendirecekken arada, öğlen acı bir cenazeye gitmen gerekip, bir seladan başlayan koşuşturma star wars theme music eşliğinde kıyılan nikah ve yıldız parkında aşk dolu fotoğraflar çektiren çiftin rum meyhanesi ve yine de göbek havası eşliğinde geçen eğlenceli düğünü ile son bulabilir gün...

ilk durağı amsterdam olan 3 haftalık bir iş-tatilin başında, sabah 7:45teki uçağa 6:20de kalkılır, 18 katlı konutun asansörleri çalışmaz, ve güçlü kolları olan bir adam 12 kat indirirse tasarım hatası olan bir bavulu... 15 dakika içinde havaalanında olunur, online check-in bölümünden bavul teslim edilir, yine de cam kenarı yer bulunur ve tüm yolculuk boyunca uyunursa...

amsterdamda karşına çıkan ilk insan çorumlu, mercedes kullanan bir taxi şöförü olursa...

şehrin en güzel yerlerinden birinde bir evde tek gecelik harika bir konaklama, parkta yürüyüş, hoş sohbet, mükemmel misafirperverlik, ve dünya tatlısı bir kedi ile uyunursa...

sabah erkenden kalkıp, brüksel aktarmalı sakin bir tren yolculuğu ile luxembourg'a varmayı hedeflerken, rotterdam'daki elektrik kesintisi nedeniyle brüksel'e varmak, 2 çalışmayan tren 2 ayrı durak ve toplamda 5 saat rötara sebep olursa... ve tabiki o tasarım hatası bol bavul avuçiçlerini parçalarsa...

akşamüstü varmayı planladığın şehir, akşam 8de ayaklarının altına serilirse...

kendini zor bela attığın yataktan ancak sabah uyanırsın..

kaç gün geçti? sadece 2...


uyanırsın "nerdeyim ben?" diye...

cebinde iki bilye, bir kırmızı-beyaz çizgili balık, boynunda koruman gereken bir yüzük ile en sonunda kendini bulacağın bir yolculuğa mı çıkmışşındır?

luxembourg'a varırsın.. projenin konusu: transportation. şaka mı bu?

time and space ile kafasını bozmuş kadına verilecek konu ancak bu olabilir... hem de ne sıcak tecrübe ile!

az bir gezersin şehri, şöyle bir havasını koklarsın... kocamaaan bir hendek... içinden geçen cılız bir nehir... yıkılmış kalesi sanki hala orada duruyormuş gibi saklı şehir.. ne büyümek ister ne değişmek...

cindrellabourg'a hoşgeldiniz!


tate modern

on another rainy day in london, a nice and silent walk on the southbank is soothing...




saatchi gallery has been moved to Chelsea, interesting enough as the gallery has had a spectacular move to the city hall a few years ago..

so now, instead there is a star wars exhibition.. was quite nice..




and here comes the tate modern... grandiose..



had a hot dog nearby the London Eye.. walked down the national film theatre and stopped at a branch of Foyles..



Foyles happens to be the first big bookstore i ever got into in London...



as an ending to the london after two years trip, i was at "the place" enjoying a modern dance performance..

tonite is the last nite... tomorrow there will be sun as i leave the country...

will be begging to the indian not to charge me for my extra luggage...
"i am at your mercy, please please please please..."
then another indian will fancy my red ring and spare me from my problems with freeing tax..

then i will be home... at a summer nite.. will hug and kiss...

good bye good old London...

i love thee...

20 Mayıs 2007 Pazar

design museum...



just nearby the tower bridge...



walk thru the wharf and you come up to the design museum...



luigi colani & ettora sottsass



nicely done...

time for re-packing...
ready and steady to leave now...

to go back to what i have left behind..
lovely even the thought of it..

home is growing...
muck..

portobello market



open cheese and ham crepe in the market...
design shopping in the market...



love the portobello market...



leading back to the carnaby street.. dinner @ the diner, burger and fries with elvis, darin and sinatra...

kinky nite on my own, then..
a little bit of high, a little bit of low...

longing to sleep...
yet, found it!
the one is a film noir and me is a musical...

smiling sleep...

decadence...


pain on the way back...
healer on the way back...

but before that another roast and crumble custard... love the custard..

love the country side with the northern accent...


water closet !!

later that nite, home is very the heart is..

a little work:
movie: el metodo...
a little brainstorm...
later the details will be filled in...

good nite my dear...

the train...

on the train to leeds... all the green under the long blue sky...
i could be green..
i could be blue...

at the end of the north city Leeds, a long walk to and in the golf course...
soothing... smoothing...




steak and guiness pie and a pint of strapon @ the fox and the grapes
cheers to the old friend...

movie: harsh times - contract movie for Bale

sleep and dream: the one...

neal's yard


covent garden...

the piazza
neal's yard..



floral street...

face of fashion @ the national portrait gallery

soho... half a pint..

paperchase @ tottenham court rd.

my first fountain pen...
am very very honoured..

shopping session...

carnaby street..




café latte at the sacred...
wine at the corner pub...

pampered meself with cuties...


south kensington



yeni gün en sevilenle başladı...
south kensington...

le boheme de londres



tube yakını Carluccio's
spaghetti alle vongole in bianco ve bir kadeh pinot grigio serra di pago, veneta...



ilk olarak the Conran Shop... Büyücek bir mug, sarılacak kulaksız bir teddy bear, Zeynep'e defter, ve büyük bir göz seyri ve doygunluğu...




bir tam King's Road turu ile birinci Muji viziti, gelişimi kutlayan yağmura uygun şemsiye, tabi ki antrasit...
mükemmel kırtasiye ve defter alışverişi...


Cornwall Pastry Shop'ta café latte, yes indeed...



Sloane Square'den tube ile Oxford Circus... Kalabalığa girmemeli hemen Market Place...
Spanish wine eşliğinde blue cheese burger...



çakır keyif eve dönüş ve karanlıkta oxford street'ten kings cross'a...

sevgi dolu bir gece... kulaksız teddy bear'im ve ben...


london in the rain...

ilk gün korktum..
çok güzel zamanlarımı geçirdiğim bu kocaman şehre eskiyi kapatmak için yeniden
ve yine bir gezgin olarak gelmenin ilk seferinde...
artık bu şehirde yaşamanın nasıl bir şey olduğunu merak etmeden...
bu şehirde devam etmeyeceğini bilerek...
belkiler olmadan...
hatta bu sefer geride bıraktıkların varken...

yağmurlu bir black cab yolculuğu ile şehri çisede gördüm... akşama güneş açtı... gülümsedim...
ilk gün sadece birkaç adım öteye, ama ısınmak için gidilmesi gereken ilk yere,
köşedeki pub'a gittik...
cronenberg ile başladı ve sunday roast ile devam...

sonra eskiyi açtım..
ama en çok kağıt çıktı...
eski günlükler... eski defterler... eski kitaplar...
içinden askı bile çıktı...
zamanda yolculuk...

bu şehirde, 2 yaz, 1 kış, 3 de bahar geçirdim...
hepsi bir bavulun içinde şimdi...
ve şimdi geri dönmek
"ait" oldukları yere varmak için hazırlar...

zamanı geldi...
bir yerleşmenin daha...

hoş geldin...



ilk önce hoşgeldin demeli..

biraz alışmalı...
birlikte zaman geçirmeli...

sonra başlamalı...