20 Haziran 2007 Çarşamba

In conceptual art... all planning and decisions are made beforehand and the execution is a perfunctory affair. The idea becomes the machine that makes the art...
Sol LeWitt

16 Haziran 2007 Cumartesi

şans...

Hayatımızın belli bir evresini kaçırmış olmamız, bize, geri dönüp kaçırdığımız bu şeyleri bulma, sahip olduklarımızı ve yolumuza çıkan her şeyi yok etme izni vermez...

Yeni başlangıçlara çin çin!

15 Haziran 2007 Cuma

c'est la vie

This is how it works
You're young until you're not
You love until you don't
You try until you can't
You laugh until you cry
You cry until you laugh
And everyone must breathe
Until their dying breath

No, this is how it works
You peer inside yourself
You take the things you like
And try to love the things you took
And then you take that love you made
And stick it into some
Someone else's heart
Pumping someone else's blood
And walking arm in arm
You hope it don't get harmed
But even if it does
You'll just do it all again

korku...

kaybetmektense... kaybederim...

Aşığın paranoyası, şu iki büyülü içerik arasında gidip gelir; bir yanda fısıldayarak söylenen artık beni sevmiyorsun korkusu, öte yanda ise bize atalarımızdan miras kalmış olan o ünlü psikolojik açıklama bulunmaktadır: seni gülünç endişelerimle rahatsız etmeye hakkım yok. çünkü korkularım, aklı başında ve olgun davranmak için elimden geleni yapmama karşın, beni yavaş yavaş deliliğin kıyısına sürüklüyor...
........
...Aşk'ta güçlü olabilmek için "birşey yapabilme yetisi"ne değil, "hiçbir şey yapamama yetisi"ne sahip olmak gerekir desek daha doğru bir laf etmiş oluruz.
.....
alain de botton / romantik hareket


gitmesinden korktuğun için gitmek...


Kimdi giden kimdi kalan
Aslında giden değil
Kalandır terkeden
Giden de bu yüzden gitmiştir zaten

murathan mungan

13 Haziran 2007 Çarşamba

doğulan günler...

27 yaşıma girdiğim gün, evimde yalnız başıma oturup viski ve duman eşliğinde son 10 senedir bitirdiğim tüm defterleri okudum...
nerden gelip nereye gidiyorum diye mutu ve acıyı okudum... ikilemlerin kişisi olarak değişimin de bir sinüs eğrisi olduğunu fark etmek zor olmadı tüm yazılarda...
kendini keşfettiğin, kişisel sınırlarını yok ettiğini sandığın her adımda aslında onları belirlediğini gördüm ilk yıllarda...
sonra belirlenmiş olanlarla derme çatma bir hayat kurmaya çalıştığını...

28 yaşıma girdiğim gün, tüm bu yolculuğa rağmen hala ağlayabildiğimi gördüm, hem de iki gözümden de yaş gelerek...
Ama toparlanmak ve hayata kalınan yerden devam etmek geçen yıllara göre daha kolaydı...

Kavramsal tüm karamsarlıklara rağmen bu kadar gülebilen bir insan olmanın kişiye sağladığı güç her tecrübenin üstünde...

Sabır denilen şeyin ne olduğunu geride kalan yıllar ve toz yuvası defterler çok iyi anlatıyor insana...

Yarın?

Tabi ki güleç olacak...

Her gün iki gökkuşağı birden görmüyor insan...
Hakkını vermek gerek güzel günün...

aşk için..

ever tried.
ever failed.
try again.
fail again.

fail better.


doğrusu, iyisi, acısızı, sorunsuzu, pürüzsüzü yok bunun...

sadece fail better var..


do you really think i'm made of stone baby? come on
do we only love the thing we own baby? you're wrong
certain things just happen when you make no plans
love can really tear you up and it can break you down



cheers muga..


insan kaç yaşında bırakır bu tür şeyleri? kendimden sıkıldım bi an...

10 Haziran 2007 Pazar

deja dit et deja vue

sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki bir bütün olarak icimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda kendisini durduran, başlangıç noktasına geri dönmeye zorlayan bir yüzey bulur; işte karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey, kendi sevgimizin çarpıp geri dönüşüdür, bizi gidişten daha fazla etkilemesinin büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını farketmeyişimizdir.

marcel proust...


söylenen söylenmeyen..
olan olmayan...

olacak olanların bilinmezliği...
ama yine de görülen rüyalar...

kendimi daha da seviyorum...

afferim bana...

10 haziran



bugün..
yağmur hem içime hem üstüme yağdı..
çok ağladı gök...
ama işte hayat böyle bir şey...
tam iki gökkuşağı belirdi güneşle...

bugün çok ağladı içim...
ama gökkuşağı eteğim vardı parıltılı ayakkabılarımla..
güne yaraşır karşıladım ben de...

bir zaman önce bir tahtırevalliye binmiştim... tahtırevan sanmışım..
gördüm ki hep ben zıplıyorum... sonra da popo üstü oturuyorum...

artık 27 yaşında bir popom var.
ve onu çok seviyorum.

sürpriz pastanın mumu bir güldü.. bu sene mum üflemek yerine mum yaktım her bir kilisede...

sevgi paylaştığım eril-dişil herkese çok teşekkür ederim var olduğunuz için..
aynı değerleri paylaşabildiğimiz için...
saygıyı aynı anladığımız için...

yeni yaşımda
büyüyememiş çocuklarla uğraşmamak dileğiyle...

enough with the scarecrows with no brain, tinman with no heart, but most of all a cowardly lion...

e basta!


8 Haziran 2007 Cuma

27.

mide sancısı...
karın ağrısı...
yaş ağrısı..
yaşlılık sancısı...

geriye dönüp baktığında yığılan yıllar hadisesi...

ve şimdi, tam da bu sefer...

gerçekten kendi başına karşılayacak yeni yaşın ilk güneşini...

yapayalnız.
which is quite nice actually..

yet..

27 is such a year one would choose to share it with someone...

yet again...

i am a dorothy,

and my story with the lion, the scarecrow and the tinman has just started...

so the journey begins into new becomings..

with my ruby slippers, with a 21.cc pinch of high heels...

yazılmamışın yaşanılmamışın sancısı... sevgili derrida..

6 Haziran 2007 Çarşamba

luxembourg... or cindrellabourg?

bir önceki gece en yakın arkadaşlarından birini evlendirecekken arada, öğlen acı bir cenazeye gitmen gerekip, bir seladan başlayan koşuşturma star wars theme music eşliğinde kıyılan nikah ve yıldız parkında aşk dolu fotoğraflar çektiren çiftin rum meyhanesi ve yine de göbek havası eşliğinde geçen eğlenceli düğünü ile son bulabilir gün...

ilk durağı amsterdam olan 3 haftalık bir iş-tatilin başında, sabah 7:45teki uçağa 6:20de kalkılır, 18 katlı konutun asansörleri çalışmaz, ve güçlü kolları olan bir adam 12 kat indirirse tasarım hatası olan bir bavulu... 15 dakika içinde havaalanında olunur, online check-in bölümünden bavul teslim edilir, yine de cam kenarı yer bulunur ve tüm yolculuk boyunca uyunursa...

amsterdamda karşına çıkan ilk insan çorumlu, mercedes kullanan bir taxi şöförü olursa...

şehrin en güzel yerlerinden birinde bir evde tek gecelik harika bir konaklama, parkta yürüyüş, hoş sohbet, mükemmel misafirperverlik, ve dünya tatlısı bir kedi ile uyunursa...

sabah erkenden kalkıp, brüksel aktarmalı sakin bir tren yolculuğu ile luxembourg'a varmayı hedeflerken, rotterdam'daki elektrik kesintisi nedeniyle brüksel'e varmak, 2 çalışmayan tren 2 ayrı durak ve toplamda 5 saat rötara sebep olursa... ve tabiki o tasarım hatası bol bavul avuçiçlerini parçalarsa...

akşamüstü varmayı planladığın şehir, akşam 8de ayaklarının altına serilirse...

kendini zor bela attığın yataktan ancak sabah uyanırsın..

kaç gün geçti? sadece 2...


uyanırsın "nerdeyim ben?" diye...

cebinde iki bilye, bir kırmızı-beyaz çizgili balık, boynunda koruman gereken bir yüzük ile en sonunda kendini bulacağın bir yolculuğa mı çıkmışşındır?

luxembourg'a varırsın.. projenin konusu: transportation. şaka mı bu?

time and space ile kafasını bozmuş kadına verilecek konu ancak bu olabilir... hem de ne sıcak tecrübe ile!

az bir gezersin şehri, şöyle bir havasını koklarsın... kocamaaan bir hendek... içinden geçen cılız bir nehir... yıkılmış kalesi sanki hala orada duruyormuş gibi saklı şehir.. ne büyümek ister ne değişmek...

cindrellabourg'a hoşgeldiniz!


tate modern

on another rainy day in london, a nice and silent walk on the southbank is soothing...




saatchi gallery has been moved to Chelsea, interesting enough as the gallery has had a spectacular move to the city hall a few years ago..

so now, instead there is a star wars exhibition.. was quite nice..




and here comes the tate modern... grandiose..



had a hot dog nearby the London Eye.. walked down the national film theatre and stopped at a branch of Foyles..



Foyles happens to be the first big bookstore i ever got into in London...



as an ending to the london after two years trip, i was at "the place" enjoying a modern dance performance..

tonite is the last nite... tomorrow there will be sun as i leave the country...

will be begging to the indian not to charge me for my extra luggage...
"i am at your mercy, please please please please..."
then another indian will fancy my red ring and spare me from my problems with freeing tax..

then i will be home... at a summer nite.. will hug and kiss...

good bye good old London...

i love thee...